Türkiye 19 Mart 2025 tarihinden itibaren olağanüstü günler yaşıyor, o sabah İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu gözaltına alınmıştı. Gözaltına alındıktan sonra da tutuklandı ve ortalık karıştı.
CHP’nin çağrısı ile yüzbinler sokaklara çıktı, protestolar başladı. Bu artan siyasi gerginlik ve kutuplaşmanın zirve noktasıydı. Aslında Türkiye 3 Kasım 2002’den beri siyasi gerginlik ve kutuplaşma yaşıyor. Hoppala bu da ne demek demeyin!
AKP iktidarının karşısında ana muhalefet CHP olunca oluşan siyasi gerginlik ve kutuplaşmayı ifade ediyorum. 1946 yılından (çok partili siyasi yaşama geçtiğimiz tarih) bugüne kadar Türkiye siyasetinin en gerilimli dönemlerine bir bakalım ve hepsinin ortak noktasını beraber tespit edelim.
1950-1960 arası Demokrat Parti tek başına iktidarı ve ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi, 1965-1971 arası Adalet Partisi tek başına iktidarı ve ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi, en son da 2002-2025 arası Adalet ve Kalkınma Partisi tek başına iktidarı ve ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi. Bu dönemlerde bir darbe, bir muhtıra yaşandı, her ne kadar 1977-1980 arasını saymasam da, o arada tek başına bir sağ iktidarı olmasa da ana muhalefet yine CHP idi ve sonunda yine bir darbe yaşamıştı ülke.
Şerif Mardin’e atfedilen anlamlı biz söz var; Türk siyaset tarihi yalanların, karalamaların ve suçlamaların tarihidir, İttihat ve Terakki Partisi ile Hürriyet ve İtilaf Partisi zamanından beri bu böyledir. Çok doğru bir söz, kim söylemiş olursa olsun, yüzde yüz doğru bir tespit. Her ne hikmetse bu siyasi kutuplaşmalar, gerginlikler CHP’nin ana muhalefet partisi olduğu dönemde çok daha fazla oluyor. Burada tek sorumlu CHP demek en basit ifadeyle haksızlıktır ve yanlıştır ama sorumlulukta aslan payı CHP’ye aittir demek belki daha doğru olacaktır. Elbette iktidarda olan sağ partilerin yanlışları, hataları gerilimi ve gerginliği artıracak uygulamaları olmuştur ve bugün de olmaya devam ediyordur ancak 1946 yılından bugüne kadar tek başına iktidar olamayan CHP’nin hataları, yanlışları bana göre çok daha fazladır.
CHP ilk kez 2024 seçimlerinde iktidar partisine karşı kesin bir zafer elde etmiştir. Birçok büyükşehir ve il belediyesini kazanarak 2002 yılından beri ilk kez AKP’yi yenilgiye uğratmıştır peki uğratmıştır da ne olmuştur?
2024 yerel seçim zaferinden sonra bir süre CHP anketlerde birinci parti olarak gözükmeye başlamıştır ve ciddi bir umut olma yolunda koşar adım yürümeye başlamıştır.
Sonrasında ne olmuştur?
Önce normalleşme denerek AKP ile yakınlaşma sağlanmıştır ve siyasette görmek istediğimiz fotoğraflar verilmeye başlanmıştır ama buna karşı CHP içerisinde aykırı sesler çıkmaya başlamıştır ve kısa süre sonra normalleşme sona ermiştir. Elbette bunun tek sorumlusu Özgür Özel ve CHP değildir, partili cumhurbaşkanı olan Sayın Erdoğan’ın da katkısı büyüktür bu sürecin sonlanmasında. Vurgulamak istediğim CHP’nin yine tek ses olamayışıdır. Bu bitmiş, bu seferde partide en güçlü Cumhurbaşkanı adayı tartışması başlamıştır, bir tarafta Sayın Yavaş, diğer tarafta Sayın İmamoğlu. Her ikisi de aramızda problem yok mesajını kamuoyu önünde sık sık vermiş olsalarda yaşanan bazı hadiseler, Sayın Yavaş’ın, İmamoğlu eliyle ikinci plana atıldığını herkese göstermiştir. Ortada seçim yokken, İmamoğlu’nun aşırı hırs ve sabırsızlığı ile bir ön seçim kararı alındı ve tek adaylı ön seçime gidilmesi karara bağlandı. Demokrasi şöleni dendi ama tek adayla şölen nasıl oluyor diye parti içerisinde pek sorgulayan olmadı!
Bayram değil, seyran değil, eniştem beni neden öptü? İşte durum tam olarak buydu. 19 Mart’a gelene kadar ana muhalefet partisine ait bazı belediye başkanları çeşitli iddialar ile tutuklanmıştı ne ilginçtir ki hepsinde de suç duyurusunda bulunanlar partili kişilerdi! İmamoğlu gözaltına alınmadan önce onun ve onunla beraber en çok ön planda olan Murat Ongun’la ilgili en çok eleştiri de bulunanlar yine partililerdi. İstanbul’da yaşayıp, siyasete ilgi duyan hele hele CHP çatısı altında siyaset yapmış veya yapan herkes birkaç senedir Murat Ongun ismini çok konuşuyordu. Kimileri parasal gücünden, kimileri etrafında kümelenen medya mensuplarından, kimileri partilileri takmayan kibrinden konuşuyorlardı.
Bugünlerde CHP kurultayı ile ilgili çok şey yazılıyor ve konuşuluyor. İmamoğlu desteği olmasa Sayın Özgür Özel kurultay kazanabilir miydi? Bir dönem CHP milletvekilliği ve parti meclis üyeliği yapmış birisi olarak ifade etmek isterim ki; asla! Değişimcilerin ilk yaptığı toplantıya uzaktan başkanlık yapan Sayın İmamoğlu idi, internet kayıtlarında basına sızdırılan toplantı görüntüleri mevcut. Resmiyette parti genel başkanı Özgür Özel ama gerçekte İmamoğlu idi. Öyle ki birçok şehirde belediyelerde üst düzey atamalarda İmamoğlu onayı alınmadan iş yapılmadığını belediyede ve partide olanlar çok iyi bilir.
Sonuç olarak CHP kendisini iktidara en yakın gördüğü aday olan İmamoğlu oyun dışına çıkınca yine sokakları tercih etti. Toplanmak, hak aramak anayasa ile güvence altındadır buna kimsenin itirazı olamaz, ama yabancı basına konuşarak yalnız bırakıldık açıklaması yapmak, yerli markaları alenen isim isim sayarak boykot etmek bana çok doğru gelmiyor üzgünüm.
CHP bir kez iktidara gelebilse belki de onlarca yıldır biriken gaz çıkacak, partide rahatlayacak, partililerde ama günün sonunda bu bir türlü gerçekleşmiyor ve önümüzdeki seçimlerde de böyle giderse gerçekleşeceğe pek benzemiyor. Ekonomi toparlansa, Sayın Erdoğan kendi partisi dışındakilere karşı biraz daha hoşgörülü olsa, CHP’nin seçim kazanma şansı bana göre çok düşük olur.
Aslında Türkiye siyasetinin normalleşmesi için en pratik çözüm üçüncü bir yolun, merkezde bir partinin ortaya çıkması ve barajı güçlü bir şekilde geçerek mecliste temsil edilmesidir ama bunu AKP ve CHP beraberce istemiyorlar çünkü bu gerçekleştiği takdirde tahterevalli düzeni bozulacak. Her iki parti hemen hemen oyların %65,70’ini alıyor. Bir tarafta AKP diğer tarafta CHP! Biri kalktıkça öbürü iniyor olan da millete oluyor.